Çok az yarış otomobili onun kadar harika ve trajik olabilmiştir: 1950’lerde D50’den, Lancia için Formula 1 zaferleri getirmesi istenirken, kaderi bambaşka oldu.
Pedallara ulaşabilmek için ayaklarımı karanlık boşluğa doğru uzatmaya çalışırken mekanikerler bana sırıtıyordu. Şefleriyse sinirli bir şekilde koşuşturup duruyor ve dudaklarını oynatıyordu. Kim bilir, belki ağıt yakıyor, belki de dua ediyordu. Çünkü ilk kez damarlarında İtalyan yarış pilotu kanı dolaşmayan biri D50’nin direksiyonuna geçiyordu. Markanın klasik departmanının yöneticisi olan Terlizzi, bu antikaları çocukları olarak görüyor, onların her vidasını, her yağ lekesini ve tüm hikayelerini biliyor.
D50’nin hikayesi 50’lerin başlarında başlamış. Tasarımcı Vittorio Jano’dan, rakiplerinin tümünden daha modern, daha güzel ve özellikle o günlerde pistlerin hakimi olan Mercedes W 196’dan daha hızlı bir yarış otomobili tasarlaması istenmiş. Jano çalışmasını bitirdiğinde ortaya, 8 silindirli motoru ön tekerleklerin hemen arkasına çaprazlamasına yerleştirilmiş bir Monoposto (tek koltuklu) çıkmış. Motorun bu ilginç yerleşimi kardan milinin yanda konumlandırılmasına izin vererek çok alçak bir ağırlık merkezi elde edilmesini sağlamış. Beş ileri oranlı şanzıman, ıslıklar eşliğinde çalışan 2.8 lt’lik V8’in hemen arkasına monte edilmiş. Açıktaki ön ve arka tekerleklerin arasına yerleştirilen iki adet ince yapılı depo aerodinamik yapıya katkı sağlarken, 200 lt’lik hacimleriyle aracın yakıt ikmali yapmadan yarışı bitirebilmesini sağlıyormuş. Bu depoların bir özelliği daha varmış: Arkada konumlandırılanların aksine, pilotun yakıtın azaldığını sürüş karakterindeki değişimden anlayabilmesi.
Araç ilk startını 1954 yılında İspanya Grand Prix’sinde gerçekleştirmiş. Eski dünya şampiyonu Alberto Ascari sıralama turlarında birinciliği elde ederken, bir arıza nedeniyle yarışı bitirememiş. Bir sonraki start ise, o günlerde sadece 30 yaşında olan Gianni Lancia’nın desteğiyle yine aynı pilot tarafından 1955 Formula 1 sezonunda gerçekleşmiş. Aşırı sıcak olan Arjantin yarışında kalan araç, sonraki yarış olan Monako Grand Prix’sine hazırlanmış. Burada iyi bir yarış çıkaran Ascari, Mercedes’in çekilmesinin ardından liderliği ele geçirmiş. Ancak bir virajda bariyere dokunan otomobil spin atarak limandan denize düşmüş. Batmaya başlayan otomobilden çıkan pilot, yüzerek kıyıya ulaşmış ve kazayı kırık bir burunla atlatmış. Bundan sadece 4 gün sonraysa Ascari, Monza’da bir Ferrari’nin direksiyonunda yaptığı test sürüşünde hayatını kaybetmiş.
Lancia arkadaşını kaybetmenin acısıyla yas tutarken, yeni bir iyi pilot transfer etmek için elinde parası da yokmuş. Gianni Lancia abartılı motorsporları harcamaları ve özellikle de çok karmaşık yapılı seri üretim otomobilin kötü satması nedeniyle iflasın eşiğine gelmiş. Hemen ardından annesi Adele, Gianni’nin yetkilerini elinden alarak, firmayı yarışlarla hiç ilgisi olmayan çimento baronu Carlo Pesenti’ye satmış. Yarış departmanıysa D50 de dahil olmak üzere, yabancıların eline geçmemesi (Mercedes ilgileniyormuş) için, Adele tarafından Enzo Ferrari’ye hediye (!) edilmiş. Commendatore’nin elinde yarış departmanı, hızlı bir şekilde ilerlemeye başlamış. Ancak Scuderia depoları arkaya taşırken, 1956 sezonunda D50’nin direksiyonuna o yıl dünya şampiyonu olacak olan
Juan Manuel Fangio’yu geçirmiş.
Bakalım Lancia’nın ölüm meleği bugün ne kadar güçlü? Yani piste çıkma zamanı. Kokpite yerleşmeyi başardıktan sonra mekanikerler, V8’i devasa bir harici marş motoruyla çalıştırdılar. Şefleri beni hala şüpheli bir ifadeyle izliyor. Hem de kısa bir süre önce kendisine, araca zarar vermeyeceğime büyükannemin hayatı üzerine yemin etmeme rağmen. Hemen ardından da işaret parmağını sallayarak “Sadece birkaç yavaş tur!” diyerek beni uyarıyor. V8 ise bunlarla hiç ilgilenmiyor, 3 bin d/d’de çığlıklar eşliğinde ısınıyor ve her şeyini ortaya koymaya hazırlanıyor.
D50’nin kokpitindeki en önemli şeyler birkaç tane gösterge ya da şalter değil, pedalların yerleşimi. Mühendisler muzip bir şekilde sırıtarak bana açıklama yapıyor: “Daha iyi bir yerleşim olamaz.” Evet, gaz pedalı ortada, fren sağda, debriyaj ise solda! Birinci vitese temiz bir şekilde geçiyor, debriyajın kavrama noktasını çabucak buluyor ve zaman yolculuğumu başlatıyorum. Temiz bir şekilde hızlanıyorum ve ikinci vitese geçiyorum. Bu sırada motor iki ateşleme zamanını unutuyor, kısa bir öksürüğün ardından yeteneklerini tekrar hatırlıyor ve ikinci viteste mermi gibi hızlanmaya devam ediyor. Sadece 600 kg’lık ağırlıkla 260 HP bir araya gelince ortaya gerçekten etkileyici bir çekiş gücü çıkıyor.
Rüzgarı yararak ilerleyen otomobil, göreceli ince lastiklerine rağmen yola gayet iyi oturuyor. 90 derece blok açılı V8 gaz komutlarına en küçük bir gecikme bile yapmadan tepki veriyor, herhangi bir ses izolasyonu olmadığından, bu çılgın motorun çığlıklarını duyuyorum ve bu beni korkutuyor. Ses o kadar şiddetli ki, yakındaki otomobillerin alarmları harekete geçiyor. Direksiyon ve şanzıman şaşırtıcı bir hafiflikle kontrol ediliyor. Aracın yüksek performansına rağmen kampana frenlerinin oldukça zayıf olduklarını unutmamam gerekiyor. Bir zamanlar 300 km/s’ye çıkabilen araçlarda bu kadar zayıf frenler kullanılmış olmasını aklım almıyor.
Toplam 10 turun ardından Lancia’nın trajik kahramanını pit bölgesine getiriyorum. Bu değerli hazineyle yeterince oynadım ve aklıma bir şey geldi: Koleksiyoncular D50’nin sonradan sipariş üzerine üretilen versiyonlarına bile milyonlarca Euro verirken, ben orijinal otomobili kullandım! Bu otomobil, zafer ve trajedinin bazen birbirine ne kadar yakın olabildiğinin canlı kanıtıydı.
Dani Heyne
1- Lancia’nın kötü kaderli 260 HP’lik canavarıyla göz göze.
2- Hiç izolasyon olmadığından V8 sürekli çığlık atıyor. Ön cam bir işe yaramıyor.
3- Hem hızlı hem güzel: Vittorio Jano sonsuza dek beğenilecek bir tasarıma imza atmış.
4- Ahşap simidin kollarında delikli metal kullanılmış. Kokpit çok basit.
5- Muhteşem: V8, üstten 4 eksantrik, 4 adet çift boğazlı karbüratör.
6- Telli Nonplusultra jantların merkezi tek bijonunda elle açabilmek için kollar kullanılmış.
7- Yanlardaki büyük depolarda 200 lt benzin ve motor yağı depolanıyordu.
8- 8200 d/d çeviren motor 260 HP güç üretiyor ve bu nostaljik yarış aracına 300 km/s hız kazandırıyor.